Murat Ülker İskenderiye ‘GOYA’sı izlenimlerini okurlarıyla paylaştı

Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi, Pladis ve GODIVA Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker, kişisel sitesinde ‘Mısır gezisi ilk durak: İskenderiye’ başlıklı bir yazı yayımladı.

Ülker, yazısında şu ifadelere yer verdi;

HİÇ İSKENDERİYE’YE GİTMİŞ MİYDİNİZ?

Benim ilk gidişim 90larda idi. Niyetim fiyat tutturamadığım büyük Mısır pazarındaki üreticileri incelemek hatta kendi üretimime başlamaktı. Hatırlarsanız, geçtiğimiz Ramazan Bayramı sonrası yazmıştım. Bayramın ilk günü camide, mezarlıkta ve evde ailecek bayramlaşıp, büyükleri ziyaretimin ardından ben yola çıktım ve haftanın geri kalanında tüm Mısır ülkesini goyaladım. Kuzeyde İskenderiye’den başlayarak Kahire ve Aswan’a kadar Nil nehri boyunca, küçük şehirler de dahil, geleneksel ve modern satış noktalarını yerel ekiple ziyaret ettim. Pek memnun kaldım, çok şükür. Tabii bu arada online/sosyal medya bayramlaşmaları sürüyordu. Nil nehrinde, yukarı yani güneye doğru süzülürken yemek, kültür ve arkeolojik ziyaretlerimiz de seyahatimize ayrı bir tat kattı. Tüm bunları üç bölümde anlatacağım.

Notlarıma baktım da daha önce Mısır’la ilgili üç ayrı yazı yazmışım. Linklerini aşağıda veriyorum. Mısır, Kahire’de üretim tesislerimiz ve tüm ülkede dağıtımımız var. Pazarda kategorimizde lideriz çok şükür.

https://muratulker.com/y/turk-olmak-misirda-hala-gurur-vesilesi-desek/
https://muratulker.com/y/misir-goyasi-2-kisim-islami-sanatlar-muzesi/
https://muratulker.com/y/yildonumleri-marka-oykusunu-yeniden-hatirlatir/

Mısır gezimiz kuzeyde İskenderiye’den (Alexandria) başladı. Kahire ve Giza’dan sonra Mısır’ın üçüncü büyük kenti olan İskenderiye Antik Dünya’nın Yedi Harikasından biri olan deniz feneri (Pharos) ve efsanevi İskenderiye Kütüphanesinin bulunduğu şehir, bir dönem dünyanın en önemli kültür merkezi olarak kabul ediliyordu. Yeni ve bir özelliği olmayan fenerin yakınına kadar gittik, eski fener zaten depremde yıkılmış yerinde yok, yeni yapılana ise yaklaşamadık, yol çok tıkalıydı. Kütüphane’nin önünden geçtik kütüphaneyi de göremedik, zira bayram tatiliydi.

Goyaladığım yörelerin tarihine de merakım olduğumu biliyorsunuz. Haydi biraz anlatayım sizlere…

İskenderiye, adını aldığı, Mısır’da bir Yunan kültür merkezi oluşturmak isteyen Büyük İskender tarafından, Rodoslu mimar Dinokrates’in hazırladığı plana göre MÖ 332de kurulmuş.

Roma döneminde, MÖ 47de İskenderiye’ye giren Sezar, burada ölümden zor kurtulmuş. Octavianus, MÖ 30da, kenti ve krallığı zapt ederek özel mülkü haline getirmiş, kenti İskenderiye ve Mısır praefectusu unvanını taşıyan bir valinin yönetimine vermiş.

Aziz Markos’un MS 45te İskenderiye’de Hristiyanlığı kabul ettiği söyleniyor. Hristiyanlık, 2. yüzyıldan başlayarak, kentte ateşli taraftarlar ve düşmanlar bulmuş.

İskenderiye 616da Perslerin eline geçmesine rağmen 629da tekrar Bizanslıların eline geçiyor. Araplar ilk kez 642de, ikinci kez de 645-646te İskenderiye’ye girdiler; bu dönemde kent büyük ölçüde zarar görmüş.

811-827 arasında İspanyollar’ın eline geçen kent, daha sonra maceracı İspanyolların Girit adasını tercih etmesiyle kurtulmuş. İskenderiye 1155 ve 1173te Sicilyalı Normanlar’ın, 1166da Kudüslü Amauri’nin, 1365te Kıbrıs kralının saldırısına uğramış. Venedikliler’in ambarı olan kent XIV. ve XV. yüzyıllarda Avrupa’ya baharat dağıtımının en önemli merkezi olmuş.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında (1516) fethedilerek Osmanlı topraklarına katılan kente daha sonra Venedik gemilerinin herhangi bir saldırı olasılığına karşı önemli miktarda topçu kuvveti yerleştirilmiş.

18. yy. sonlarında Napolyon komutasındaki Fransız kuvvetlerince işgal edilmiş (1798). Serdar-ı Ekrem Kör Yusuf Ziyaüddin Paşa tarafından kuşatılan kent, Fransızlar’dan geri alınmış (1801).

İskenderiye’nin yeniden canlanması Hidiv Mehmed Ali Paşa döneminde (1805-48) başlamış. 1807de Britanya’nın işgaline uğrayan kent, aynı yılın eylül ayında Mehmed Ali Paşa tarafından geri alınmış. Bu dönemde Mısır’ın yönetim merkezi olmuş.

Mısır’ın bağımsızlığını amaçlayan Arabi Paşa Ayaklanması sırasında İngiliz donanması tarafından topa tutulan kent, büyük yıkıma uğramış (11 Temmuz 1882). Tüm Mısır Britanya egemenliği altına girmiş, Britanya’nın sömürge yönetimi 50 yıl sürmüş.

1. Dünya Savaşı’nda Müttefikler’in Doğu Akdeniz’deki başlıca üssü olan kent, II. Dünya Savaşı’nda Almanlarca birçok kez bombalanmış. 1967-75 arasında Süveyş Kanalı’nın kapanması ve Port Said’in İsrail tarafından bombalanması liman trafiğini İskenderiye’ye yönelterek nüfusunun aşırı derecede artmasına yol açmış.

Limanı yenileme ve genişletme çabaları 1970lerde başlamış. Ebu Kir Körfezinde doğalgaz yataklarının bulunması ve Kızıldeniz’den petrol taşıyan boru hatlarının tamamlanması sonucunda kent petrol ihraç merkezi durumuna gelmiş; birçok petrol rafinerisi ve petrokimya kompleksi inşa edilmiş. İskenderiye’nin nüfusu şu anda 5,5 milyon.

Bizim kaldığımız sahil şehidi, İzmir Kordon boyunu hatırlatıyor. Sağ tarafta yer alan 8-10 katlı apartmanlar ise bakımsız ve boyasız görünüyor. Rehberimiz Dalya hanımdan öğrendiğimize göre bunun nedeni çok sık meydana gelen kum fırtınaları imiş. Günlerce süren kum fırtınalarında herkes hayatına bir şekilde devem ediyormuş, ama yapılar böyle zarar görüyormuş. Bayram nedeniyle şehirde yollarda insan ve araç trafiği oldukça yoğun ve trafiğin “insanın yüreğini ağzına getiren” bir düzeni var.

Araçlar trafikte burun buruna geliyor, sonra herkes kendi yolunu buluyor. Üstelik bağırıp çağırmadan ahenkli bir kaos içinde trafik akıyordu. Neyse biz alışamadan şehirden ayrıldık.

Grubumuz ilk önce Montazah sarayını ve bahçesini ziyaret etti. Bu sarayı 1892 yılında Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa yaptırmış. Daha sonra 1932de Kral Fuad tarafından saray genişletilip bahçeleri eklenmiş.. Daha sonra Enver Sedat tarafından yenilenmiş, başkan Hüsnü Mübarek tarafından kullanılıyormuş, şu anda ise Başkan Sisi tarafından özel günlerde açılıyormuş.

Grubumuzun sonraki durağı İskenderiye’nin Romalılar döneminden kalma Kom EL Deka Anfi Tiyatrosu oldu. Milattan sonra 1 ve 3üncü yıllar arasında kaplıca, derslik ve tiyatro olarak kurulmuş bir yerleşim yeri, Kürsüler Tepesi (Hill of the benches) diye de anılıyor.

Bizde de bu amfitiyatrolardan çok var biliyorsunuz. Bu nedenle sanırım burası Türkiye’den gelen turistler tarafından daha az rağbet görüyor. İnternette de doğru dürüst bir Türkçe izahat bile yok. Ama bir rehber eşliğinde gezince kaplıcanın fonksiyonunu, dersliklerin nasıl kullanıldığını öğreniyorsunuz, ilginizi çekebilir.

Sonraki durağımız Abu al-Abbas al-Mursi Camii oldu. İskenderiye’nin en tarihi ve en güzel camisi diye anılan bu cami 1775 yılında Endülüslü İslam Alimi 13. yüzyıl sufilerinden Abu El Abbas El Mursi’nin (1219-1286) türbesi üzerine inşa edilmiş. İsmini kendisini çevreleyen birbirine komşu 5 camiden alan Camiler Meydanı üzerinde yer alıyor.

1775te inşa edilen cami, kubbeleri ve minaresiyle Mısır’ın özgün mimari eserlerinden biri olarak konuşuluyor. İçeride kubbenin etkileyici görünüşü var. Bir süre camide oturup namaz kılanları, türbede dua edenleri, yerli ve yabancı ziyaretçileri izledim. Hayretle caminin işlemelerine bakanlar vardı.

Tam çıkarken gördüğüm, üzerinde “Özellikle Yabancı Turistler İçin Bedava Dini Kitap” yazan dolabı ise bu kez ben hayretle izledim, kitapları karıştırdım. İlginç bir tebliğ faaliyeti olmuştu, darısı başımıza…

Camiye bitişik türbeyi de ziyaret ettik.

Bayram nedeniyle dışarıda caminin sağında bir panayır kurulmuştu. Anne babalarıyla bayramı kutlayan İskenderiyeli çocukları da bir süre izledim. Bana çocukluğumda İstanbul’da kurulan bayram yerlerini hatırlattı. Herkes halinden oldukça memnundu.

Öğle yemeğini biraz geç saatte Branzino isimli deniz üzerinde kurulu bir restoranda yedik. Yemekten önce ortaya gelen azar azar mezeler ve benim seçtiğim çipuralar oldukça iyi pişmiş ve lezzetliydi

Yemekten sonra bir sürprizle karşılaştık. Trafik düzenine şaşırdığımız İskenderiye’de, trafik polisi, herhalde yanlış yerde park etmiş olacaklar, bizi gezdiren minibüse kelepçe takarak bağlamışlardı. İyi oldu, onlar arabayı kurtarana kadar biz de kordon boyunda kısa bir yürüyüş yaptık.

İskenderiye’de deniz kenarında yer alan Four Seasons Otel’de konakladık. Mimarisi ve döşemesi güzel bir otel.

Kendi plajı da var, deniz tatili yapmak isteyenlerin tercihi; otel müdürümüz Türktü, bizimle hasret giderdi.

Benim odamı upgrade etmişler, odanın mavi oniks mermerlerine ve altın rengi mozaiklerine bayıldım.

Bir de market goyalarım vardı tabii:

Açıkçası ben hep kısa konaklarım, yine öyle oldu ve yola koyulduk. Bir sonraki yazımda artık Kahire’de olacağız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

x